Şairler | Şiirler

Yarımada

1

Bir gece yarısı yitik denizciler geri dönecekler
yarımada'ya.

Herkes uykudayken,
bir geceyarısı,
belki bir fırtına geri getirecek onları,
belki bir akıntı.

Belki eski bir ezgi
deniz atlılarını geri getirecek buraya.

Korsanlar, kadırgalarını lagün' çekip
uzak yol şarkılarıyla karşılayacaklar
deniz atlılarını.

Bazilika'daki yaşlı büyücü,
rüzgârla yıkanan sarışın kızlar,
su ve orman perileri,
balıkçılar korosu karşılayacak
onları.

Heykeltraşlar, kum, rüzgâr ve tuzdan
süvari heykelleri yontacaklar bu kez,
kum, rüzâr ve tuzdan süvari heykelleri.

Atlılar ilkin Agora'ya gidip, usta satıcılarla kıyasıya
bir pazarlık yapacaklar. Biri diyecek: ? Ooo fiyatlara bak!?
Öteki: ?Çok zaman geçti,? diyecek, ?biz buradan gideli.?
Sonra sevdiği kadına ipekliler alacak biri.
Sırmalı terlikler, mercan kolyeler, altın testiler.

İki yanı mermer sütünlü yolda, Antonius ile karşılaşacaklar.
Antonius yerlere kadar selamlıyacak onları.
Kuşatacaklar. Sonra Antonius'un yitirdiği yüzüğü,
Su ve orman perilerine sormak için hepbirlikte
Nimfeum'a gidecekler.

Bukavilya'ların, çançiceklerini,
Girit'li kadınların yüzleri gülecek.

Pampihilia'lı delikanlılar,
beyaz kuşlarla kolkola girip halay çekecekler.

Sarışın kızlar taracalardan eğilip büyülü bir su
Serpecekler atlıların yüzlerine.

Sarışın kızlar, çırılçıpak, rüzgârla yıkanırken,
yaprak gibi titreyecekler atlıların karşısında.

Bir geceyarısı dönecekler...

2.

Yarımada hep sustu,
Yarımada'nın dili yoktu çünkü.
Yarımada'nın dili olsaydı.
Bir konuşabilseydi...

3.

Kırık mermer parçalarını arasında, Londra'lı bir hippi, marijuana çekiyor. Gün kızıl yansımalarla dönmek üzere. Tanrıça heykelleri yalımlanıyor. Madonna yırtık bluciniyle, poposunu kıvırtarak, antik tiyatrodan içeri giriyor. Kutsal bir ilahe sanki. Avaz avaz ?Laisla Bonita'yı söylüyor. Antonius ve Kleopartra'nın ruhları bir sütünün üzerinde çılgınca dansediyor. Biraz sonra bikinili kızlar korasu da içeri giriyor. Su ve orman perileriyle birlikte, İbrahim Tatlıses'in türküsünü çığırmaya başlıyorlar. ?Laisla Bonita' ile ?Ayağında kundura' türküsü sarmaşdolaş oluyor. Güzelim yosun kokularına ağır bir hamburger cızırtısı akarken, Pamphilia'lı delikanlılar, Levis marka kotlarıyla ?uuuhhh, uuuhhh? diyerek, bikinili kızların ardından, Bazilika'ya doğru seğirtiyorlar.

Hepsi dörtkol çengi,
hepsi biraz James Dean,
biraz Cüneyt-vari
hepsimnde o biçim Klark çekmeler.

Deniz atlılarının ağızları bir karış açık bakakalıyorlar
Bizim Pamphilia'lı yeniyetmelere.

4.

Oraya kentlerimizi taşıdık.
Kendi kentlerimizi.
Farkında olmadan, bunu yapmayı hiç istemeden,
kendi kentimizden kurtulmak,
yeni bir kentin kapısının açmak,
onun sırının çözmek,
o kapının ardındaki erinci yaklamak isterken,
o eski yıkık kente
kendi kentimizin bunguluğunu, kasvetini, karmaşasını taşıdık.
Kendi kentimizin isli göklerini, bulanık denizlerini,
Yanık ormanlarını taşıdık.
Eski bir uygarlığın son kalıntılarını da harvurup harman savurarak,
Yeni uygarlığımızı taşıdık oraya.
Eski bir uygarlığın son kırıntılarını da harvurup harman savurarak tükettik.
Hepimiz açgözlü mirasyedilerdik.
Evet, tam öyle. Tam bir mirasyedi şımarıklılığı ve umursamazlığıyla
Eski bir uygarlığın son kırıntılarınıda cömertce harcadık.

Yarımada hep sustu,
Yarımada'nın dili yoktu çünkü.
Yarımada'nın dili olsaydı.
Bir konuşabilseydi...

Sonra giderek çoğaldık. Sürüler halında yarımada'nın her yanını kuşattık. Konaklama tessisleri de yarımada'yı istilâ etmişlerdi. Hem de gelişigüzel, özensiz, barbarcasına.
(barbar bir ulus olduğumuz gerçek mi yoksa?)
yitik bir kavimin ardından sesizliğe gömülmüş yarımada da, büyük bir şaşkınlıkla karşılamıştı bir kentlilerin güruhunu. Önce biraz direnseydi de, sonra başa çıkamadığı için sessizce boyuneğdi bu istilâya.
Zaten dili de yoktu.
Dilini koparmışlardı.
Konuşamaz bağıramazdı.
Elleri kolları da bağlıydı.
Gözleri kör edilmişti.
Bir vakitler, gözleri gördüğü, elleri kolları özgür olduğu bir vakitler, yepyeni bir uygarlıktı, yepyeni bir kent, mutlu bir yarımada'ydı.
Sonra kentlerimizn isli göklerini, bulanık denzilerini, yanık ormanlarını taşıdık oraya.

5.

Geçmiş bir yazdan konuşuyoruz seninle. Miş'li geçmiş bir zamanda. Güzel bir hüzün gelip oturuyor gözlerine. ?Bak? diyorsun, işte balıkçı limanında çektirdiğimiz resim.?
Bakıyorum: Kumsalda ateş yaktığımız gecenin anısı. Sonra Kadir, antik tiyatroda gitar çalıyor. Pervin, Donna Donna'yı söylüyor, sesini Joan Baez' benzeterek. Bir balıkçı teknesine atlayarak, issiz kumsala doğru yol alıyoruz. Berrak suda yansımalarımız, sevinçli, titrek, telaşlı. Sonra sıcak şarap içiyoruz aynı tastan. Gelecek güzel günleren konuşuyoruz. Tutup âşık oluyor fotoğrafçı Hüseyin. Birlikte kayalıkların üzerinden yürüken tasasız gülüyoruz. Harun, kırık bir sütünün üzerine çıkıp, romalı bir komutan edasıyla ?Ben geldim Kleopartra!? diye bağırıyor. İbo reis, sevgiyle selamlıyor bizi. Fotoğrafçı Hüseyin bir güzel göbek atıyor, Moon Star'da. İçimiz hafif, dupduru. Muhtar, ?Bir daha saz çalmayacaksınız,? diyor Kadir'e. ?O türküleride söylemeyeceksiniz.?

Geçmiş bir yazdan konuşuyoruz. Uzak bir yazdan. Günler, dostluklar, kardeşlikler, aşklar, ayrılıklar, düşmanlıklar yoğun ve doyasıya yaşanmış
anılardan konuşuyoruz.
Ne var ki, eski kenti böyle böyle eskittiğimizin farkında olmadan
güneşin batışını seyrediyoruz,
güneşin doğuşunu,
süngercileri,
bukavilyaları,
kumsalı,
kırık merber heykeleri,
böyle böyle eskittiğimizin farkında olmadan.

6.

Giritli kadınlar artık ermişlere yüz vermiyorlar,
dualarına sıcak gözyaşları akmıyor,
dantel örtüleri iyice sarkmış,
adak adamıyorlar, çıra yakmıyorlar
rüzgarla konuşmuyorlar;
bir süvarinin anısına şarkı söylemiyorlar,
fesleğenler, hanımelleri büyütmüyorlar saksılarında artık.

Ayaklarını suya uzatmıyor,
saçlarını topuklarına kadar örtmüyor,
memelerini sıkıca avuçlamıyor,
martılarla dans etmiyorlar.

Toprak testilerine sevinç akıtmıyorlar artık.

İpe balık dizmiyor,
ayışığına haber uçurmuyorlar.

Kapıları örtük,
perdeleri solgun,
nicedir yüzleri telaşsız, duruk,
gözleri kıskanç,
dudaklarında acı bir çizgi;
nicedir, parçalanmanın ertesinde eski kente çıkmıyorlar.

7.

Yarımada hep sustu,
Yarımada'nın dili yoktu çünkü.
Yarımada'nın dili olsaydı.
Bir konuşabilseydi...

8.

Eski kentin sokaklarında hopur hopur ayı oynatıyorlar. Sokaklara kasaphavaları taşıyor, göbek havaları. Çağcıl bir takım adamlar, gökdelenler, beton yığınları dikiyor eski kentin sokaklarına.

Eski kentin sokakları, eski olmaktan çıkmış, bizim yeni kentimizin sokaklarına benzemiş. İşte Madonna! Ona bile bir haller olmuş. Elini eteğini dünya işlerinden çekmiş, başında yemenisi, ayağında şalvarı, avluda usul usul çamaşır yıkıyor. Kocası az ötede modern bir helâ açtı. Belki yarın bir gün amacaoğlu gibi, her yana süper marketler de dizebilir. Belli mi olur.

Kentlilerse daha çok butik açmayı yeğlıyorlar, yüzyıllık tapınak kalıntıları arasına.

Eski kentin sokaklarına film platoları kuruluyor, Arabesk filmler çekiliyor eski kentine sokaklarında. Ne kadar değişmiş eski kentin sokakları. Bir cümbüş kıyamettir gidiyor. Eski kentin deniz de bir garip canım. Pet, şise, kimyevi artıklarla cilveleşiyor. Bu aşk sahnesinin fon müziğiyse hiper bir trafiğin gürültüleri. Yeni figüranlarsa, VHS, BETAMAX, PAL-SECAM tartışmalarıyla, çekimi biraz aksatıyor. James Dean-Cüneyt alaşımı gençler, filmin bir karesinde görünebilmek iin boyuna omuz vuruyor yönetmene.
Yeni bir çağ bu.
Bunalım geliyor abi, diyor kalabalıktan bir ses.
Nötr surlarımızın çağı bu.
Kurtulmaya çalıştıkça, iyice içine battığımız bir çağ bu.

9.

Deniz atlılarını süngüsü düşüyor.
Zaten Giritli kadınların yüzleri çoktan duruk, telâşsız.
Antonius acıyla inliyor bu durum karşısında.
Kleopatra'nın huzuru enikonu kaçmış.
Bazilika'daki yaşlı büyücünün büyüleri de tutmuyor bir türlü.
Sarışın kızlar şaşkınlıkla kaçışıyorlar.
Rüzgar kıvançsız,
gök küskün.
Atlılar geri döndüklerine bin pişman, bir an önce denize açılmak istiyorlar.

10.

Yabancı basında bu durum bir facia olarak nitelendiriliyor.

Jale Sancak

 

Jale Sancak şiirleri

 

Populer Şairler